Aşkın “A” Hali

Âşkın “A” Hali

Her zaman ki gibi sevinçliyim yine kız istemeye gidiyoruz hava soğuk ve sisli. Ama soğuk umurumda değil heyecanlıyım, hayallerime kavuşmaya bir adım kalmış

Beraber abdest alıp, beraber namaza duracağım mutlu bir yuva.
Annemler dindar bir kız bulmuş, ben kendini görmedim, bilmiyorum. Kitaplardan okuduğum Hak ilmin, yaşantıma işlenmesi neticesinde İslam’a aykırı bir görüşmeye hiç girişmedim. Neyse hazırlıklar; çikolata, çiçek derken çıktık bir yola. Kalp atışlarımın senfonisi eşliğinde ilerliyoruz.
Ve gittik, bir kapıyı çaldık.
Ailem bu kişileri tanıyormuş memleketten. Her neyse kahveler geldi içtik babam “Sebebi ziyaretimiz” dedi. Başladı söze. “Dur bir dakika hemşerim” dedi kızın babası. Oğlunuzun işi nedir diye sordu. O sıralar çalışmıyordum. İşten ayrılalı bir hafta filan olmuştu, parasının azlığı dolaysıyla çıkmıştım. Babam anneme kaş göz ederek kem-küm etmeye başladı. Annem aldı sözü babam cevap veremeyince, “Efendim, oğlum beş vakit namazını kılar, Kuran-ı Kerimi elinden ve dilinden düşürmez, fıkıh kitapları okur. Terbiyesi çevreye örnektir, Allah bize gönlü güzel bir erkek çocuğu verdiği için şükürler olsun” dedi.
Yerin dibine girdim utançtan anne sus der gibi surat ifadem ile anneme işaret ettim. Annem neyse ki sustu. Kızın babası dindar olmama sevindi sevinmesine de. Kızımı alacak insanın şu kadar birikimi, bu kadar bileziği olacak, beyaz eşya koltuk takımı vs. 20.000 liralık bir liste çıktı ortaya.
Dindar diye geldiğimiz evde, daha kızı isteyemeden maddi istekler önümüze atıldı. İmanımdan başka bir şeyim olmadığı için babama işaret ettim hadi kalkalım diye. O sırada kızları geldi. Başı örtülü ama boya cila ne varsa, kafasından boşaltmış gibiydi. Dar bir kıyafetle, adeta sokakta kendini sergileyen moda düşkünlerine benziyordu. Kahve alırken, kısa süreli de olsa gözüme ilişti. Ondan sonra yüzüne tenezzül edip bakasım bile gelmedi.
Başımı öne eğmiş yere bakıp düşünüyordum. Ani bir refleks ve sinirle başımı baktığım yerden kaldırdım. Bir baktım ki kızın ellerine bir liste var, babasına fısıldayarak listeyi uzattı. Asıl kıyamet burada başladı “Kızımda az bir şey istiyor” dedi adam. Beni özgür bırakacak, evlenince kıyafetime, arkadaşlarıma karışmayacak… Bitmedi liste. Sinirlerim aşırı derecede bozuldu, biz daha kızı istemeden böyle garip istekler kümesi oluşmuştu.
Neyse babamla bir bahane uydurup, “İstediklerinizi yapamayız bizim durumumuz ortada” dedik adam “Siz bilirsiniz” dedi çıktık oradan.
Benzer olayları yaşadığımız beş ayrı kapıya gittik, her şey maddiyat üzerine dönüyordu. Şanssızlığımdan mıdır nedir bilinmez bu olayları imtihanım olarak görmeye başladım. Flört olayına karşı gardını almış ben, asla İslam’dan taviz vermeyip gönlümdeki çiçeği arayacaktım.
Bu gittiğimiz kişiler güya dindar insanlardı. Dindar görünen imanın sadece namazdan ibaret olduğunu bunu da “İbadetlerini tahsildara vergi ödercesine şevksiz ve gönülsüz bir üslup belirten her türlü hayat ve insan görünüşünden yoksun Marka Müslümanı” (Necip Fazıl Kısakürek) şeklinde yapan insancıklar desek yeridir.
Artık ümidi kesmiştim, ama imtihan dünyasında olduğumu bilmem gönlümü rahatlatıyordu. Yaşım ilerliyor diye kaygılıydım sadece, artık namazları daha bir istekli kılıyordum bütün bu yaşadıklarım karşısında. Peygamber Efendimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) miras bıraktığı evlilik gibi kutsal bir müessese de, gençliğin evlenmeyip sorumluluk sahibi olmamasına üzülüyordum sadece. Yaşları yirmi beşi aşan birçok genç hala bekâr dolaşıyordu sokaklarda. İslam maddi kimliğe mi bürünmüş? diye düşünüyordum. Dünya aynı dünya ama insanlar, günahlarını zamana yüklemişler biz suçlu değiliz zaman değişti, zaman suçlu oluyordu adeta. Bu saatten sonra kimse ile olmaya gönlüm el vermedi. Her kapıya gittiğimizde maddiyat vardı. Eğer bir derece zengin olsam demek ki namaz kılmasam bile kızlarını verecekler ya da içki kullanıyor musun? diye sormayacaklar. Bir kitapta okumuştum:
‘‘Zengin bir iş adamı bir kızı sever kızla flört eder belirli bir zaman sonra kızı ister ve babası verir. Resmi nikâh yapılır. Sıra dini nikâha gelir. Çocuk kilisede nikâhlarının kıyılacağını söyleyince baba afallar. Ne kilise mi der! Damat adayı da gayet sakin, siz benim Hristiyan olup olmadığımı hangi dine mensup olduğumu sormadınız ki, ben sizin benim Hristiyan olduğumu biliyorsunuz zannettim.’’
Örnekte görüldüğü üzere İslam’ı yaşamayan insanların gayrimüslimlerden bir farkı kalmadı, işin komik yanı da gayrimüslimi de Müslüman sanır oldular. Para zenginlik gözlerimizi o kadar kör etmiş ki zengin olsun da ne olursa olsun diyerek kızlarımızı bir çıkmaza sürüklüyoruz. Para her şey değildir. Maddiyat bir dereceye kadar önemlidir, erkek evine bakmak zorundadır. Erkeğin evine karşı helal rızık getirmesi ailesini kimseye muhtaç etmemesi zaten farzdır. Ama zenginlik hırsını hiç anlayamadım. Zengin diye 20 yaşındaki gencecik kızların 45 yaşındaki adama istemeye istemeye verilmesine de şahit oldum. Hem gazetelerde günlük görüyor, haberlerde izliyoruz bu tür olayları.
Babanın birisi de “Son model bir akıllı telefon çıkmış, arkasında elmamı varmış neymiş, onu kızıma alacaksın” dedi en çok güldüğüm bu oldu meğerse kızı her şeyin lüksünü seviyormuş. Dur bakayım hele, kızını istemedik ki daha be amcacım!
Hiç bir kız namazımı ahlakımı sormadı. Sorsa bile ne diyebilirdim ki Müslüman bir kişiye “Namaz kılıyor musun?” diye sormak çok saçma zaten. Müslümansın ama “Namaz kılıyor musun?” diye soruluyor gülesi geliyor insanın, İslam inancının ilk gereği namazken bunu bir Müslümanın yüzüne karşı söylemek hakaret gibi geliyor.
Kendimi ilime ve araştırmalara verdim. Her namaz sonrasında Yasin okur “Dünya sevgisini kalbimden çıkar Allah’ım, beni şehit olarak huzuruna al” dedim.
Hastalandım, hastaneye kaldırıldım, kanser teşhisi koyuldu. Tüm tedavileri yaptık lakin vücudum fazla dayanamadı. Aslında Rabbime kavuşacağım diye seviniyordum. Namaz vakitlerinde Allah tarafından hastalıktan eser kalmıyordu. Beş vakit namazı ayakta sağlıkla kılmam, doktorları bile şaşırtmıştı. Ben halimden memnundum. Kavuşmaya az kaldı diye sevinçliydim, Kemoterapi görmem saçlarımı döktü, zayıfladım. Lakin gülümsüyordum, doktorlar ölüme sevinçle giden birini görünce hayret ediyorlardı. Doktor bey ecel geldiyse siz ne yaparsanız yapın ben öleceğim, lakin asla ölümden korkmuyorum, hastalık için şifa arayın diyen Peygamber Efendimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) sözüne sadık kalmak için tıbben çare arıyorum. Bende biliyorum öleceğimi, ama sebeplere yapışmak tedavi olmak gerektiğini de buyuruyor İslam bizlere. Doktorlar hayretle ibretle beni izliyorlardı. Allah’a kavuşacağım bu mağrur hayat bitecek diye sevinen birini daha önce görmemişlerdi. Zira ölecek olsam bile “Çaresiz dertten ölen şehit olacağı ile ilgili sözler dini yazılar okumuştu gönlümü bir nebze olsun bu rahatlatıyordu.
Bir gün odama bir karartı girdi. Ağrılarım çok arttığı için son çare olarak narkoz vermişlerdi. Hayal meyal başucuma bir şey konulduğunu hissettim. Narkozun etkisi geçer geçmez aldım kâğıdı okumaya başladım.
“Hazreti Eyüp Peygamberin(aleyhisselam) sabrı seninle olsun. İmanının yarısını kurtarmak istiyor musun? O halde ben sizin mahalleden Hafız Hatice senin ilmine Allah âşkına hayran oldum, okulum dolayısıyla mahalleye hiç uğramadım. Ama sürekli rüyalar görmem beni huzursuz etti. Yıllardır arayıp bulamadığım huzuru sende bulacağıma kanaat getirdim. Biliyorum bir kadın erkeğe teklif etmez ama benimle evlenir misin?” yazıyordu. Çok şaşırdım ölecek birine bir şaka mıydı bu acaba diye düşündüm tekrar kâğıda baktım ve evlerinin adresi yazıyordu ve altına not düşülmüştü. Annen baban gelsin beni istesin. Hayret ettim doğrusu ölecek bir adama bunu hiçbir kız demez. Para pul kenara bırakmış üstelik kanser olduğum halde bunu bana yazmış. Ben bunu hak edecek ne yaptım diye sürekli ağladım, imtihanım son nefesime kadar devam ediyordu.
Dünya gözüyle bir kez daha, mutlu olmaya adım atmıştım. Babama verdim kâğıdı, babam ve annem bakışıp hüngür hüngür ağladılar. Ertesi gün kızın ailesine haber verip istemeye gitmişler. Yanlarında olamadığım bu ana şahit olamadığım için üzülmüştüm. Ama yine de eşimin ince düşüncesiyle nikâhımız hastane de kıyıldı. Yasinler okundu dualar edildi. Hastane güzelleşti eşim yanıma gelince. Başımın ucunda bekliyor, elimi kıpırdatsam “Buyur” diyordu. Yanımda kaldı üç ay boyunca. Bana karşı hep gülümserdi ve “cennetim” derdi. Özlemini duyduğum sevgi işte buydu ne maddiyat ne çıkar gözetilmeyen saf bir sevgi, âşkın ilk hali âşkın ‘‘A’’ hali. Allah kelimesi de ‘‘A’’ ile başlar. Alfabenin ilk harfi de ‘‘A’’ harfidir. İlk öğrenilen harf olduğu için çocuklar ilk onu öğrenir. İşte ben âşkın ‘‘A’’ halini yani tertemiz ve ilk halini yaşıyorum şimdi eşimle.
Elimden tutuyordu “Cennetim” diyordu hep. Gözleri gülüyordu, neden diye sordum bir gün neden ben dedim eşime. Eşimde fazla ısrar ettiğimi görünce dayanamayıp anlatmaya başladı.
Bir rüya gördüm Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) karşımdaydı. Bana “Bu şehidi görüyor musun?” dedi, evet Efendim dedim. “Bu cennetliktir onunla evlen. Şehit olduğu için Allah tarafından yakınlarına şefaat etme yetkisi verildi. Sana şefaatçi olmasını istiyorsan, onunla evlen.” diyordu. Söyleyen Allah’ın resulü olunca bize uymak düşerdi. Hem şeytan asla Peygamber Efendimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) kılığına giremezdi. Çünkü Efendimiz “Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim suretime giremez.” (Buhari, Müslim), buyurmuştur. Günlerce aylarca aynı rüyayı gördüm. Sürekli ve sürekli sana rüyada âşık oldum. Ne olduğun nasıl olduğun önemli değildi benim için, mahallede sorup soruşturdum hastanede olduğunu öğrendim ve başucuna not bırakıp oradan ayrıldım.
Eşim ağlıyordu ağlamaktan gözyaşları iz etmişti yanaklarına. Bense o üzülmesin diye gülümsüyordum dayanılmaz ağrılarıma rağmen. Artık ölüm belirtilerin geldiğini hissettim, eşime Kur’an-ı Kerim okumasını söyledim. Ruhuma verilen, huzur bulduğum en güzel ilaçtı Kur’an nameleri. Eşime beni kaldırıp abdest aldırmasını rica ettim tuğla getirdi, teyemmüm yaptırdı bana kıpırdamaya takatim kalmamıştı çünkü. Abdest rahatlattı biraz. Dualarım kabul olmuştu nihayet, çünkü ömrün son aşamasında son nefesimi veriyordum, Azrail’in güzelliği ile gelmesini bekliyordum, çünkü Azrail(aleyhisselam) kişinin ameline göre gelirdi. Ameli kötü insanlara azap meleği şeklinde, ameli iyi insanlara güller diyarından gelen güzellikle gelirdi. İman eden inanan insanlara iyilik güzellik yüzünü gösteren Azrail’in güzelliği, eğer dünyaya yansısa dünya bu güzellik karşısında erir muma dönerdi, ışıltı ve parlaklıktan göz gözü görmezdi.
Eşime, Allah senden razı olsun, dedim. Ben Rabbime gidiyorum. Bak işte Azrail geldi. Ve mırıldandı “hazırım” diyordu.
“Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluh”
Diyerek ruhunu teslim etti. Gülerek, gülümseyerek, sanki derin bir uykuya dalmıştı da uyanacakmış gibiydi. Odayı güzel bir nur ve güzel bir koku kapladı.
Şehit gencin elinde sıkıca tuttuğu birkaç sayfa düştü yere yavaşça. Hastalığın öncesi ve şehadetine kadar yaşananları yazmıştı.
Son olarak da kâğıtta şunlar yazıyordu.
Sen gönlünü dünyadan uzak et.
Allah sana Sonsuzluğun kapsını acıyor.
Her namazda durma gönül dua et.
Ecel gelse bile ÂŞK insana koşuyor.
Âşk maddiyat değil, sevgiye giden yol.
Allah varsa gönlünde O’nun rahmeti bol.
Ey biricik eşim sen huzurlu ol.
ALLAH desin kalbin hep bizimle ol.
Sevmek Allah için harcanan nefestir. Ey biricik eşim Nefesini kontrol et ve sakin ağlama. Çünkü Allah olmayan her nefeste bir ölüm vardır.

***
Yazan : Mustafa Kuş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir